Translate

29 Eylül 2012 Cumartesi

keçeli kalem için çok erken:(((

Bazı konularda çok sabırsız davranıyorum galiba. Küçükken keçeli kaleme bayılırdım, ne soluk boya kalemleri ne de nispeten daha parlak ama kalın mum gibi de katı kıvamlı pastel boyalar tutmadı hiçbir zaman yerini. İşte kızım da hemencecik tanışsın belki benim gibi sever ve resimlerini daha zevkli mutlu çizer demiştim ama olmadı malesef. Evdeki hesap çarşıya uymaz sözünün bir de şu versiyonu olmalı bence evdeki çocuk hiçbişeye uymaz... Bir de nerde okudum hatırlamıyorum boya, oyun, oyuncakta çocuk için ne kadar farklı materyeller kullanılırsa o kadar iyiymiş. Sulu boyayı bile hiç de korktuğum gibi olmayıp güzelce kullanabilen kızım tüm hırçınlığını ve çıldırıklığını keçeli kaleme saklamış sanki. Eller, ayaklar, giysiler, dolaplar, parke, halı derken en son kendi üstüm başımdaki (el, ayak, bacak gibi uzuvlarımdaki)lekerden utandım ve keçeli kalemleri şimdilik bir 3-4 aylık bekletmeye aldım. Oysaki bu resimde görmüş olduğunuz kalemlerin arkasında damgaları da var ve minik şirin şekilcikler yaratılabiliyor. Amacım beyaz kağıda bunları kullanıp kesip yapıştırıp tebrik kartları hatta hediye paketleri yapmaktı ama artık başka bahara... Sabırla hedefine uygun çalışmayı bilen çocuklar için kullanılabilir. Bizim ki oldum olası çok çabuk sıkılan tiplerden olduğu için bakalım ne zaman sabırlı olmayı öğrenecek???

Peçete boyama ve beklenmeyen sonuç...

Sulu boyanın azizliğine uğrasak da nasıl bir heyecanla çekiştire çekiştire poz verdiğimizi de tahmin edersiniz artık...

28 Eylül 2012 Cuma

Ödüllü Antakya gezi yazım

REYHAN KOKULU, ASİ RUHLU : ‘ANTİOCHEİA’’ Türkiye > Hatay Yazı Tarihi: 09 Mart 2008 Zeus’un oğlu Işık Tanrısı Apollon ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görür, güzelin adı Defnedir.Apollo’nun içinde arzular uyanır onunla konuşmak ister, fakat Defne Apollon’un içinden geçenleri anlamıştır ve kaçmaya başlar.O kaçar Apollon kovalar, çapkın Tanrı bir taraftan ‘Kaçma seni seviyorum’ der.Defne ise başına neler geleceğini bildiğinden korkuya kapılır ve kaçmaya devam eder.Artık kurtuluş imkanı kalmadığını anlayan Defne birden durur ve ayağı ile toprağı kazıyarak şöyle bağırır: ’Ey toprak ana beni ört, beni sakla, beni koru’ ve sonunda bir ağaç oluverir. Şaşıran Apollon Defne ağacına sarılır ve ağaç gövdesi içinde hala çarpmakta olan kızın kalbinin sesini duyar ve şöyle seslenir: ‘Defne bundan sonra sen, Apollonun kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların başımın çelengi olacak! ’der ve olayın geçtiği yere DEPHNE yani HARBİYE’ye adı verilir. Seleukos ve Roma dönemlerinde çağlayanlarıyla tanınan dünyaca ünlü bir dinlenme yeri olan Dafne, o dönemdeki sarayları, köskleri ve olimpiyat oyunları için yapılan stadyumları ile önemli bir merkez konumundaydı.Merkezden her an ulaşım aracı bulunabilecek 15 dakika uzaklıkta bu sıcacık yer defne’nin göz yaşları olduğu inanılan Harbiye şelalelerini gelinliğini gururla taşıyan bir gelin gibi yüreğinde seyre sunar. Buz gibi sularında kurulmuş masalarda meşrubatınızı yudumlayıp ördekleri izlerken ayaklarınız arasından akan sular yaz sıcağının dönüştüğü en tatlı an oluverir. Yanı başında seyre değer her mekanın olmazsa olmazı olan, halkın çoğunluğu Arapça da bildiğinden şiveli ve belki ikliminin etkisinde kalmış sıcak satıcılarının olduğu hediyelik eşya dükkanları vardır Ama Harbiye şelalerini muhteşem dokusu dışında en unutulmaz kılan çeşit çeşit mezeleri, kebapları ve tatlıları ile sevdiklerinizle bitmesini istemediğimiz dakikalara mekan olan restorantlarıdır. Nohutun tahinle valsi humus, patlıcan nar ekşisi büyüsü babagannüş, cevizle biberin bu kadar yakışacağını tatmadan aklınıza getiremeyeceğiniz cevizli biber, kebaplar ve meşhur künefe... Şelalelere yürüme mesafesi uzaklıkta suyunun yeşilliğini çevresini kutu kutu pense oynayan çocuklar gibi saran ağaçlardan alan, kenarındaki restorandaki ekmek kırıntılarından gözlerini ayıramadığından ziyaretçileri hiç takmayan ördeklerin ayrı bir tat kattığı yakın çevresinde şirin çay bahçeleri ve tadına doyum olmayan dürümlerin satıldığı ufak dürümcülerin olduğu eskiden bir elektrik santrali olan çocukluğumun en gözde piknik mekanı hidro bulunur Ağaçların arasında yürürken etrafın güzelliğini seyre dalıp, yaşlı bir elin damarları gibi o upuzun ağaçların doğaya karşı dimdik durmasını sağlayan köklere takılıp düşmeyin sakın ! Şelaleden minibüs ile 5-10 dakika mesafede bir vadinin kenarında olan Döver, saat 17:00-18:00 arasında oradaysanız serin rüzgarıyla yüzünüzü okşayan, nargile içilebilecek, mangal bile yakılabilecek, çayını kahvesini hatta suyunu içmenin, havasını solumanın verdiği zevkin anlatılabilirliğinin olmadığını düşündüğüm, küçük kafeciklerin olduğu, gezi hatırası olarak sevdiklerinize farklı özel hediyeler olabilecek yeşil sabunu ve incirden yapılan tini rakısı meşhur bir yerdir. Güneşin bir başka sıcak, bir başka aydınlık, yeşilin bir başka renkli, bir başka doğal olduğu MÖ 100 bin-40 bin yılları arasında tarihe ilk izlerini veren insanlığın ortak mirası Antakya MÖ 300 yılında kurulmuş. Şu an 1.256.726 kişiyi içinde yaşatan efsanevi şehir, yalnızca medeniyetlerin ve dinlerin kaynaştığı bir merkez olmakla kalmayıp lezzetin doruklarında dalgalandırdığı bayrağını yıllardır kimsenin indiremediği kebap ve künefelerin, özgü yöresel mezelerin anılarınıza doğayla kaynaştığı bir yerdir. Bin bir tat bin bir medeniyet Antakya içinden usulca akan, tüm nehirlerin aksine denize doğru akmadığı için bu adı taşıyan nehir Asi, akıntılarında ne tarafa akıyor deniz ne tarafta sorularının sonunda gelmesi gereken soru işaretlerini de yeşiline katar ve akar akar... Mutlaka yenmesi gerekenler dönerciler caddesindeki herhangi bir dönerciden döner, tuz ve kimyona bandırılarak yenen Antakya simidi ve peynirin şekerle balesi künefe olmakla beraber yöresel lezzetleri için 1990 yılından bu yana hizmet veren “Sultan Sofrası” damağınızı şımartıcı ve karnınızı doyurucu nitelikte bir restoran . Patlican, havuç, ekşi aşı köftesi ve özel sostan yapılan eksi aşı, yoğurt aşı, ıspanak borani, katıklı ekmek, ıspanaklı börek, semirsek yemeden olmaz. Asi nehrinin üstündeki en büyük köprü olan Ata köprüsünün bir yanında Bizans ve Roma dönemine ait mozaiklerinin sergilendiği, koleksiyon zenginliği açısından dünyada ikinci sırada yer alan Arkeoloji müzesi, bir yanında ise 40 üyeli meclisin ilk toplantısını yapıp Hatay Devleti'ni kurduğu ancak günümüzde müstehcen filmlerin gösterildiği bir tarihi bina olan Gündüz sineması yer alır. Yürüme mesafesinde, 5 dakika sonra Büyük Antakya Parkı vardır. 52 bin metrekarelik bir alanı kaplayan, yılların olgunluğu yeşiline vurmuş boyuna vermiş ağaçlar arasında yapılan yürüyüş sonrasında ,çay bahçelerinde tavla sesleri arasında kaybolan hoş sohbetler ve kaçak çayların tadı bambaşkadır. Park içinden gezmeyi, hayatın tadını çıkarmayı bildikleri her hallerinden belli gezinen halk gezinize bir ayrıcalık katar.Hele bir de parkın girişindeki nikah dairesinden bir mutluluğun ilk gününü paylaşma heyecanı size de sıçrarsa o an benzersiz olur. Büyük Park da denilen parkta başta şehrin simgesi defne ağacı olmak üzere birçok bitki türü; Toroslarda yetisen çamlar, süs eriği, aşılı akasyalar, palmiyeler, oyalar vb. bulunuyor. Park girisinde sizi kentin simgesi defne ağaçları selamlıyor, içeriye girdiğimizde, koşu yolunun başında Hatay’ın alınmasında önemli rol oynamış Türk askeri ve diplomatların büstlerini yer alıyor. Açılısının II. Abdülhamit dönemine denk gelindiği tahmin ediliyor. Antakya üzerinde önemli izler bırakan Fransızların da parkın genişletilmesi ve peyzajında önemli katkıları olmuş. Parkın son köşesindeki simgesel anlatımın hakim olduğu heykeller de parka ayrı bir hava katıyor. Son 200 yıla tanık olmuş, kendine has dar sokakları ve bu sokaklara atar damar gibi can veren Tarihi Antakya evleri yoğunlukla Eski Antakya olarak tanımlanan Asi Nehri ile Habib-i Neccar Dağı arasındaki bölgede, özellikle Kurtuluş Caddesi ve çevresinde görülüyor. Gazi Pasa Caddesi’nde Aleksi Kazancı evi, Oğuzlar Caddesi Müftü Çıkmazı’nda Zeki Efendi evi, Terziler Sokakta Kuseyri Ailesi’nin evi, Kantara Mahallesi Müftü Çıkmazı’nda Kuseyri Ailesi’ne ait evler, Kurtuluş Caddesi Döner Sokakta bulunan Saklı Ev bunlardan sadece birkaçı. Tescili yapılarak koruma altına alınmış 350 civarında tarihi ev bulunuyor. Antakya evlerinin kapısı direkt sokağa açılmaz, çünkü ev yaşamı özeldir, kutsaldır. Evlerin dış kapıları Zokmak denilen çıkmaz bir sokaktan bazen de küçük dar bir geçitten geçilerek sokağa bağlanır. Giriş kapıları genellikle üstü basık bir kemerle göz hizasından biraz yukarıdan yükseltilmiştir. İçte ve dışta olmak üzere iki kapı vardır aslında. Muhkem bir kapı olan dış kapı içtekine göre daha kalın kesitlidir, madeni levhalarla kaplıdır ve iri başlı çivilerle de takviye edilmiştir. Kapı şakşağı denilen ve dökme demirden yapılmış, içinde bir küre tutan el seklindeki kapı tokmakları, kapı bastırağı denen kapı sürgüleri ve iri anahtarlı kilitler dış kapının hemen dikkat çeken özellikleri arasındadır. Pencerelerin demirleri; ovaller, laleler, daireler, iç içe geçmiş dönüşlerle, geleneksel şekillerle doludur. Her bir pencere ve kapı süslemesinde bir göz nuru görürsünüz. Kimi kapıların üzerinde halen Arapça yazılar okunabilir. Genelde iki katli, cumbalı evlerin olduğu Beyrut Caddesindeki yollar, dar sokaklarının atik sularını toplayan su oluğunun, yanlardan değil de yolun tam ortasından geçmesi ile özelleşiyor. Ayrıca dönem dönem kurulan fuarda sergileri gezebilir, hediyelik eşyalar da alabilir ve yanınızda bir hatırayla dönebilirsiniz. Tarihi Antakya evlerinden bahsetmişken “Antakya Evi” ni anmadan geçmek olmaz.. Eski Antakya yemekleri yapan, yöresel tatları konuklarına sunan Antakya Evi tarihi bir kimliğe sahip. 110 yıllık bina, daha önce Fransız Konsolosluğu olarak kullanılmış. 1998 yılında restore edilerek restoran olarak kullanılmaya başlanmış. Binanın yerde bulunan karoları ve döşemeleri Marsilya’dan getirilmiş. Burada yöreye özgü yemekleri yiyebilir, tarihin izlerini içinizde hissedebilirsiniz Habib-i Neccar Camiinin tam karsısında Kurtuluş Caddesi üzerinde 1937 yılından kalma döneminin işaretlerini gösteren 2 katli, genç cumhuriyetin her şeyi yeniden düzenleyen ve şekillendiren gücünü simgeleyen binanın isleme ve süslemeleri görülmeye değer. Kurtuluş caddesinde, küçük bir havuzun göbeğini oluşturduğu, sarmaşıklarla 4 duvar arası olmanın iticiliği gizlenmiş şirin bir avlusu olan Affan kahvesinde mutlaka bici bici yemelisiniz. Affan Kahvesi, 90 yillik tarihi bir yapı ve burada hazırlanan Bici Bici Hatay sofrasının eski bir tadı. Üzerine gül şurubu dökülmüş bu ilginç tatlı: Gül şurubu, dondurmayla birlikte esas tatlının üzerinde duruyor. Jöle ve muhallebi arasında bir tada sahip Bici Bici özel metal kaşıklarıyla yeniyor. Antakya’da ilginizi çekecek mekanlardan biri de Habib-i Neccar Cami. Kurtuluş Caddesi üzerindeki tarihi caminin iki girişi bulunuyor. İlk defa Memluk Sultani Baybars döneminde eski bir tapınağın yerine inşa edilen caminin iç avlusunun ortasında taş bir sütun bulunuyor. 17. yüzyılda Osmanlılar’ ın tekrar inşa ettiği caminin kapı üzerindeki levhadan 1855 tarihinde yeniden inşa edildiği anlaşılıyor. Camiye ve karsısındaki dağa adini veren ve Antakya halk kültüründe önemli bir yer tutan Habib-i Neccar, milattan sonra 40’li yıllarda burada yasar. Bir gün dağda koyunlarını otlatırken, İsa’nın havarilerinden Yuhanna ve Pavlus (Yahya ve Yunus) ile karsılaşır ve dine davet edilir. İsa’ya ve İncil’de müjdelenen Ahmet’e (Hz. Muhammet) iman eden Habib-i Neccar köyüne döner. Köylüleri dine davet eder. Ancak köylüler ona karşı çıkar ve başını keserek öldürürler. Bir inanışa göre Silpiyus dağında gövdeden ayrılan baş, yuvarlanarak bugün cami ve türbesinin olduğu yere gelir, vücudu ise öldürüldüğü mağaraya defnedilmiştir. Antakya’yı inanç turizminin önemli noktalarından biri sayılmasının başlıca nedeni de Hristiyanlığın ilk yayılış alanı olması. Kurulan ilk kiliselerden St. Pierre (Aziz Petrus) Kilisesi Antakya’nın kuzeybatısında, Reyhanlı yolu üzerinde Dünyanın ilk mağara kilisesi. Birçok hristiyanın bugün hacı olmak için geldiği kilise 9,5 m genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde bir mağarada bulunuyor. Dağın eteklerindeki kiliseye ulaşmak için bir süre aracınızla çıkıyorsunuz daha sonra merdivenler başlıyor . Antakya’nın ilk başpapazı olan St. Pierre’in kurduğu kilisenin, Roma döneminde baskılardan kaçan hristiyanlar için bir sığınma yeri olduğu belirtiliyor. Kilisenin ve dağın içinde bir çok tünel kazılmış. Kilise içindeki tünel bir zamanlar Roma lejyonerlerinden kaçmak için kullanılıyormuş. Ancak depremlerde bu tüneller tıkandığı için bugün tüneller takip edilemiyor.Her sene 29 Haziran günü Katolik kilisesince ayin düzenlenmekte. Kiliseden dağın yüzeyine çıkan, baharda gelincik çiçekleriyle süslü patikayı takip ettiğinizde sizi bir kaya kabartması bekler. Haron (Cehennem Kayikçisi) adi verilen ve 4. Antiochus döneminde yapılan bu kabartmanın, milattan önce II. yüzyılda bir veba salgını sırasında ölümleri durdurmak amacıyla yapılmış olduğu bilinir.Üzerinde ölümleri önleyecek yazılar olduğundan bahsedilir ancak bu yazılar günümüzde mevcut değildir. Antakya merkezdeki tarihi kiliselere baktığımızda Ortodoks ve Protestan Kilisesi kendi cemaatlerinin yani sıra özellikle yabancı turistlerden de yoğun ilgi görüyor. Hürriyet Caddesi üzerinde yer alan Ortodoks Kilisesi’nin yapımına 1860’da başlanmış. 1872’deki depremde büyük hasar görmesi üzerine başlayan onarım çalışmaları 1900 yılında tamamlanmış. Güney Kore tarafından 2000 yılında restore edilerek hizmet vermeye başlayan Protestan kilisenin karşısında valilik binası bulunuyor. Samandağı güneyde Keldağı ,Yayladağları ve kuzeyde Musa Dağları ile çevrilmiş bir ovadır. Dünyanın en büyük ikinci doğal sahiline sahip olan Samandağ sahili 18 kilometre uzunluğunda ve Akdenizin en doğu ucunu oluşturmaktadır. Musa Dağları’nın Çevlik’teki eteklerine vardığımızda bizi Titus Tüneli ve Kaya Mezarları karşılıyor. Titus Tüneli, milattan önce 300’lerde mimar imparator Vespasianus zamanında Musa dağından gelen ve kenti tehdit eden sel sularını önlemek amacıyla bin kişilik esir ordusu tarafından 10 yıl boyunca dağ delinerek açılmış. Milattan sonra II. yüzyılda Titus zamanında tamamlanan tünel, 7 metre yüksekliğinde, 6 metre genişliğinde ve 1380 metre uzunluğundadır. Tünelin 130 metrelik bölümünün üstü kapalıdır. Titus Tüneli’nin kapalı kısmının hemen biraz önünde kemerli tas köprü dikkatimizi çekiyor. Üzerinden bir kişinin rahatlıkla geçebileceği köprü hala sağlamlığını koruyor. Köprüden ilerleyip, sağa döndüğümüzde yol bizi kaya mezarlarına götürüyor. Özellikle merdivenlerden inerek içine girilen, girişinde iki sütunun bulunduğu kaya mezarlar dikkat çekicidir. Önemli bir yönetici ve ailesine ait olduğu izlenimini veren mezarlar, toprağın üzerinde durduğu ve beşiğe benzediği için buraya Beşikli Mağara deniyor. Ortada bir avlu bırakılacak şekilde bir yapılar bütünü olarak Beşikli Mağara çeşitli mezar odaları ve kaya mezarlarından oluşuyor. Bu bölgede görülmeye değer başka bir yer de Kapı suyu mevkiinde yer alan Dor Mabedi’dir. Tanrıların Kralı Zeus adına yapıldığı sanılan mabet antik kentin en büyük mabedidir. Bugün sadece sütun kalıntılarının bulunduğu mabet bütün Çevlik yöresine hakim bir noktada bulunuyor. Ölümlerin,ayrılıkların,baskıların sebep olduğu günümüz dünyasındaki boğucu atmosferden birkaç günlüğüne de olsa kaçmak isteyenler için Antakya, tarihi boyunca çeşitli medeniyetlere ve farklı inançlara kucak açtığı gibi eminim ki size de sıcak kucağını açacak ve benzersiz anlar yaşatacaktır...

gemi gelir yanaşır...

Evde artık kumaşların sayısı arttıkça artıyor, elyaflı pofidik oyuncak ve süslere ise bayılıyorum. Uzun zamandır aklımda olan gemi pofidiğini neden yapmıyorum ki dedim veeeee zar zor bitirdim. Ufak şeylerin dikişi daha da bir zahmetli daha da bir zor hiç hata affetmiyor.
İtiraf edeyim hiç de hayal ettiğim gibi olmadı. Annemin eski dikiş makinesinin ve sürekli anneanneanne diye yanıbaşımda bitiveren o sesin azizliğine uğrayaraktan kan ter içinde bitirdim sonunda. Oyuncak olarak kullanılamaz olduğunu anlayınca kapı süsü olsun bari dedim ve sonradan gri üçgeni ve çizgili yıldızı takıverdim ucuna. Şimdi bişeye benzedi derken ne kadar stresli çalıştığımı farkettim. İnsanlar hobilerini stres atmak için kullanır ben tam tersi sinir oldum makineye, kızımın dırdırına, kızımla aynı ortamda yapılamayacağını bile bile risk alan kendime. Bi de başladığım işin yarım kalmasından nefret ederim, ama yarıda kesileceğini bile bile de o işe başlarım böyle de saçma inat bir huyum var işte. Mükemmeli ararım, ama beni çok yormamalı pratik ve kolay olmalı bir de hızla elde edilmeli çok saçma ve tembelce düşünceler işte kendimi yıpratmaktan başka da hiçbir işe yaramıyor. Bir kapı süsü yaptım diye amma felsefe yapmışım yaa... Neyse ki sonuç hoşuma gitti English home'daki süslü kumaş kuşlar gibi bi sıcaklıkta veriyor içime ya daha ne olsun:))

27 Eylül 2012 Perşembe

somon köfte

Balığın sağlık üzerindeki değeri artık tartışmasız. Beslenmede haftada en az iki gün önerilmekte ve çocuklar için her porsiyonda çocuğun el ayası büyüklüğünde bir miktar önerilmekte. Hal böyle olunca hiç balık sevmeyen ben bile heves ettim yeni tarifler bulup denedim ve artık bir balık sever oldum. İşte favorilerimden biri olan somon köftemin tarifi: Soğan, maydanoz ince ince kıyılır,derisinden ve kılçığından ayrılıp yoğrulmuş somon etlerine katılır, irmik tuz kimyon, pul biber göz kararı atılır, bir de yumurta kırılıp köfte gibi yoğrulur. İsteğe göre fırında da pişirilebilir. Afiyetle happur nappur yenilir.........

26 Eylül 2012 Çarşamba

Dil bayramınız kutlu olsun

*Casio** masa saatinin alarmıyla gözlerini açtı. *Puffy** yorganını kaldırdı. *Hugo Boss** pijamalarını çıkarıp *Adidas** terliklerini giydi. *WC** 'ye uğradıktan sonra banyoya geçti. *Clear** şampuan ve *Protex** sabunuyla duşunu aldı. *Colgate** ile dişlerini fırçaladı. *BRAUN** ile saçlarını kuruttu. *Bill's** gömleğini ve *Pierre Cardin** takımını giydi. *Lipton** çayını içti. *Sony** televizyonda medya özetlerini ve *flash** haberleri izledi. * *Citizen** kol saatine baktı. Aile fertlerine *'BYE'** deyip *Peogeot** otomobiline bindi. *Blaupunkt** radyosunu açarak, *rock** müziği buldu. Ağzına bir *Polo** şeker attı. Şehrin göbeğindeki *Mega Center** 'daki ofisine varınca, *Toshiba** bilgisayarını çalıştırdı. *Microsoft Excel'e** girdi. *Ofisboy** 'dan *Nescafe** 'sini istedi. Saat 10.00'a doğru açlığını yatıştırmak için *Grissini **yedi. Öglen *Wimpy's Fast Food** kafeteryaya gitti. Ayaküstü, *Coca Cola** ve **hamburgeri **mideye indirdi. *Camel** sigarasını yakıp *Star** gazetesini karıştırdı. Akşamüzeri iş çıkışı *Image Bar'** a uğrayıp *JB'** sini yudumladı, sonra köşedeki *Shopping Center** 'a uğradı. Eşinin sipariş ettiği *Ariel** deterjan, *Ace** çamaşır suyu, *Palmolive** şampuan, *Gala** tuvalet kağıdı, *Sprite **gazoz ve *Johnson** kolonyayı alarak kasaya yanaştı. *Bonus** kartıyla ödemeyi yaptı. Hafta sonu eşi Münevver'le *Galleria** 'ya giden Ahmet Bey, *Showroom** 'ları dolaşıp *Converse** ayakkabı, * *Lee Cooper blue jean** satın aldı. Akşam evde bir gazetenin verdiği *TV Guide** 'a göz atan Ahmet Bey, kanallar arasında *zapping** yaparak, *First Class** , *Top Secret** , *Paparazzi** gibi programlar izledi. Aynı anda *Outdoor** dergisini karıştırdı. Uykusu gelen Ahmet Bey, televizyonu kapatıp yatak odasına geçerken, kendini mutlu hissetti. ** 'Ne mutlu Türk'üm diyene!'** diye gerindi ve uyudu. *Hâlâ da uyuyor. Ne zaman uyanacağı da belli değil.

bebekler için evde katkısız peynir yapımı

Yaklaşık 1-2 aydır evde bayatlamış yoğurtlarımı kaynatıp lor peyniri yapıp makarnalara sos olarak kullanıyordum. Geçen hafta tatil için gitmişolduğum İtalya'da ricotta ve mozeralla peynirini tattıktan sonra acaba nasıl yapılır diye internet üzerinden bir araştırma işine giriştim. Aşağıda linkini vermiş olduğum lavantin antep yemekleri isimli sitede güzel bir bilgi bulunca denemeye koyuldum. Sonuç harika! yaptığım peynirin tadına bayıldım. Tuzsuz ve hafif süt tadında olması zaten en çok da İtalyanların tatlılarda ve meyvelerle yiyor olmasını açıklıyordu ve aklıma neden peynire yeni başlayan bebekler için kullanılmasın ki fikrini getirdi. Katkısız,evde yapılıyor, tuzsuz, tadı tam bebeklerin seveceği cinsten. Keşke Elüşüm bebekken akıl edebilseymişim ama ben nasıl tahmin edeyim yoğurttan bile kolay yapılacağını ki? Önce yapım aşamalarını resimlerle anlatmaya çalışıp sonra da kullanılabileceği yerleri yazmaya çalışacağım. Umarım faydalı olur. Önce 1 litre sütü gözden çıkardım zaten sürekli yoğurt yapmak için süt kaynatırken taşıran biri olduğumdan 1 litrenin lafı bile olmaz...Ocağa çelik bir tencere ile koydum.
Sonra üzerinde ince bir kaymak oluşunca ufak fokurtular oluşmaya yakın ocağı kapadım. Sonra çay bardağına hazırlamış olduğum 5 çorba kaşığı elma sirkesini içine karıştırdım.
Hokus pokus adra kadabra derken süt hemen kesilmeye başladı bile
sonrada süzeğe (ince delikli bir süzgeç veya temiz bir tülbentte aynı işi görebilir)koyup astım ve suyunu süzdürdüm.
Tadı için şöyle bir açıklama yapıyım da hayal kırıklığı yaratmıyım; süt gibi hatta şekerli gibi o yüzden bebekler için güzel kullanılır diye düşündüm zaten. Kullanımı için her türlü pasta, tiramisu, puding, irmik tatlısına karıştırılıp kullanılabilir. Pizzalarda makarnalarda sos olarak kullanılabilir. Kardeşim domates, peynir, balzamik, nar ekşisi, reyhan, kekik, zeytinyağını karıştırıp müthiş bir salata yaptı. Ama en çok da süt, peynir, yoğurt sevmeyen çocuklara nutella ile karıştırılıp ekmeklerine sürülüp verilebilir, pudinglere katılabilir. Bal veya pekmezle karıştırılıp yenilebilir. Nerde okudum hatırlamıyorum ama çileği bu peynire batırıp yiyenler de varmış... Afiyet olsun umarım beğenirsiniz. Faydalandığım Kaynak: http://lavantin.wordpress.com/2008/11/25/evde-mayali-ve-mayasiz-peynir-nasil-yapilir/

pul kolleksiyonu

Çocukken bizimde pul, para, peçete, ödev kağıdı ve taş kolleksiyonumuz vardı. Çok severim ama maalesef hiçbirini devam ettiremedim. Çok hoş bir yazı okudum ve paylaşmak istedim çocuklarla güzel bir faaliyet olabilir... http://www.mutlueller.com/2012/09/cocukken-bana-ya-da-eve-yeni-bir-sey.html?utm_source=feedburner&utm_medium=feed&utm_campaign=Feed%3A+MutluEller+%28Mutlu+Eller%29

25 Eylül 2012 Salı

Yavru gurmeye masallar

Bir dolap kitap severek takip ettiğim bir site, bugün çok güzel bir paylaşımda bulunmuş. Çocuklara sebzeyi sevdirme ve sağlıklı beslenmeye özendirme amaçlı hikayelerin yer aldığı bir kitaptan bahsetmiş. İnsanlar öğrenirken sadece kuru bilgiyi almaktan ziyade; görsel olarak, hatta bir anı, hikaye, öykü olarak dinlerse bilgi daha kalıcı oluyor ve bazen anlamsızmış gibi gelen şeyler değer kazanabiliyor. Hele de çocuklar o kuru sünger gibi hızla beyinlerine çekecek bilgi arayan bıdıklar bu işi en iyi masal, hikaye ve öykü, tekerleme, şarkı, ninnilerle yapıyor. Mutlaka alıp okuyacağım bir kitap o yüzden de burada paylaştım. Hem benim gibi merak edenler olabilir, hem de benim unutmamı engeller diye... Okuduktan sonra yorumlarımı paylaşırım. İyilik ve sağlıkla kalın... Bilgiler: Yavru gurmeye masallar, YKY yayınları, yazar:Elvan Uysal Bottoni Kaynak: Bir dolap kitap http://www.birdolapkitap.com/2012/09/26/yavru-gurmeye-masallar/

minik gülümseyen ev

Bıdığımın kreşte bugün yapmış olduğu bu şirin ev buzdolabındaki yerini aldı bile...emeği geçenlerin eline sağlık

İlginç parti aksesuarları

Kızım için şimdiye kadar hiç istediğim gibi bir doğum günü kutlaması yapamadım. İlk doğum gününde babamız askerdeydi, ikincide kutlama yapmayalım kendi aramızda olsun dedik, üçüncüde Ardahandaydık anneannemiz babaannemiz ve dedeler uzaktaydılar ve geldik dörde... artık kreşe de gidiyoruz arkadaşlarıyla güzeel bir kutlama yaparız artık araştırmalara başlamalıyım derken bu yazı ilaç gibi geldi dersem yeridir kafamda ampuller yanmaya başladı bile... İşte kaynaklar ve ilhamlar http://www.neclasolen.com/2012/09/iyi-ki-dogdun-kzm.html http://www.hayalsizdengerisibizden.blogspot.com/

24 Eylül 2012 Pazartesi

tatilertesi tembelliği

Tatil mi bitti ben mi anlamadım... O yüzden tatilertesi bu ilk yazımda "ufak bir tembellik yapıp" kızımın kreşte yaptığı salyongozu paylaşarak herkesi sevgiyle selamlıyorum...Tatilim ile ilgili ayrıntılı bir gezi yazısı yazmayı planladım. Bu arada yıllardır takip ettiğim, her gezi öncesi okuyup, illa ki bir katkısını gördüğüm hatta bir iki gezi yazısı da yazdığım binrota isimli site kapanıyormuş:((( çok üzüldüm.

14 Eylül 2012 Cuma

tatil öncesi

Sonunda tatil yapma sırası bize de geldi. Bir hafta sonra dönüşte görüşmek dileğiyle iyilik ve sağlıkla kalın...

ahşap mini ev eşyaları

ürünlerin ayrıntılarınına buradan ulaşabilirsiniz: http://momslap.com/ Böyle ürünlerin olduğunu bilmek güzel, kendim yaptırmayı planlıyordum çok iyi denk geldi, şuanda kızım çok fazla ilgilenmediğinden ilerde almayı planlıyorum. Benim gibi nerden bulunur acaba diye düşünenler olur diye paylaşmak istedim.

13 Eylül 2012 Perşembe

sık hasta olan çocuk

Başta benim kızım da dahil olmak üzere tüm çocuklar maalesef enfeksiyonlara çok yatkınlar. Bunun nedenleri arasında hem kendilerini koruma bilincine sahip olmamaları hem de bağışıklık sisteminin tam olgunlaşmamış olması başta gelir. Anne karnında belli miktarlarda koruyucu antikor dediğimiz ürünler çocuğa geçer, bu antikorların ömrü maalesef ömür boyu koruyacak kadar uzun değildir. Yaklaşık 2 yaşa kadar korur bir miktar korumasına da daha sonra koruyuculuğu hızla azalır. Aynı zamanda anne sütüne geçen antikorlar, savaş hücreleri ve bazı maddeler çocuğu emzirme süresince korur. O yüzden emzirmenin çok kıymetli olduğu söylenir. Son yıllarda yapılan araştırmalarda anne sütünün yalnızca emzirme döneminde değil, çocuğun tüm yaşamı boyunca faydalı etkileri olduğu diyabet, tansiyon, kanser, çeşitli immün hastalıklar, obezite, alerjik hastalıklardan koruduğu da saptanmıştır. Bu araştırmalar binlerce çocuk değerlendirilerek yıllarca kayıt tutularak hesaplandığından "yok canım benim babam 4 yıl emmiş yinede şeker hastası işte" dememek lazım. Şekerin başlangıç yaşını etkilemiş olabilir belki 5 yıl daha erken ortaya çıkacaktı da 5 yıl geç oluştu bunun aksini kim ispat edebilir? Veya seyrinde hafif gidişlere yol açıyor olabilir. Yıllarca tedavi alan ve yaşantısını sağlıklı bir şekilde sürdüren şeker hastalarıda var erken dönemde böbreklerde hasar oluşturup hastanın diyalize girmesine sebep olan da var... Çocukların işte bu hem sütün hem anne karnındayken geçen antikor ve bazı maddelerin koruyuculuğunun azaldığı dönem ne hikmetse tam da çocuğun çevreye açıldığı artık parklarda sokaklarda oynadığı döneme denk düşer. Tabi doğumdan itibaren yapılan koruyucu aşıları da unutmamak lazım. Aşıları başka bir yazımda ayrıntılı anlatacağımdan sokaklarda dokunduğu heryerden havadan sudan buluttan nem kapan çocuklara dönelim. Bu dönemde ise çocuğu koruma konusunda aile devreye girer. Okula giden kardeşi olan çocuklar, kalabalık ailelerdeki çocuklar, okula, kreşe yeni başlayanlar anneleri, bakıcıları ağzıyla kuş da tutsa daha çok hasta olur. Okulların yeni açıldığı şu dönemde özellikle bu yazıyı paylaşmak istedim. Öncelikle sık el yıkama, dışardan eve gelince el yüz hatta kol yıkanması, başkalarının bardağından, suluğundan ortak kullanımın yanlış olduğunun öğretilmesi fiziksel koruma yöntemleriyken,yazının ana konusu bağışıklık sistemi ile doğrudan ilişkili olduğu saptanmış beslenmeden bahsetmek istiyorum. Beslenmede A vitamini, E vitamini, C ve D vitamini ağırlıklı beslenme demir, çinko, selenyum, omega-3'ten zengin diyet probiyotik, prebiyotik ve bol sıvı tüketimi en önemli başlıklar. Vitamin takviyesi yerine doğal yollardan temin edilmiş bu besin öğeleri daha kıymetli. Sıvı tüketimiyle ilgili sıkça yapılan bir yanlıştan bahsetmek istiyorum: Hiç te önermediğimiz çay, kahve, meşrubat ve hazır meyve suları asla suyun yerini tutmaz çünkü içindeki maddeler nedeniyle zaten böbrekten daha fazla sıvı atılımı sağlar; yani bir bardak meşrubat= 2 bardak idrar diye örneklesem sanırım anlatmış olurum. Sık hasta olan çocuk eğer çocuk doktoru ve kulak burun boğaz uzmanı tarafından değerlendirilip geniz eti ve bademcik operasyonuna yönlendirilebilir. Alerjik rahatsızlığı olanlar daha sık hasta olur. Grip aşısı hastalıkların daha az sayıda ve daha hafif seyirli geçmesine neden olabilir. Aylık iğne konusu da bazı hekimlerce yapılan yanlış uygulamalara sebep olabilmekte çocuk doktoru değerlendirmesi ve önerisi sonrası kullanılmalı ve ayda bir değil 3 haftada 1 çünkü iğne 3 hafta koruyuculuğa sahip.İşin özeti fiziksel ve besinsel korumayla bağışıklığın devam ettirilmesi lazım. Burun tıkanıklığına özellikle dikkat etmek lazım ağızdan nefes alan çocuğun boğazı kurur ve bu hasarlı alana mikroplar daha kolay yerleşir. Oda içi nemlendiricileri kuru havası olan yerleşim yerlerine öneriyoruz ama kesinlikle 24 saat boyu değil en fazla 12 saat çünkü çok nemli hava da bu sefer allerjik maddelerin havada daha fazla asılı kalmasına alerjik hadiselerin artmasına neden oluyor. Ayrıca ev içinde sigara içen biri varsa bu da sık hastalığa sebep olabiliyor. Balkonda içme, 100 metre, 300 metre ilerde içme hiç fark etmiyor, gerçekten zarar vermemesi için bir tek sigaradan sonra tüm giysilerin değiştirilip duş alınması gerekiyor. Ayrıca sigara içen ebeveyn ilerde çocuğuna kötü örnek olup çocuğununda içmesine sebep olarak ileri dönemdeki sağlığını bile etkilemiş oluyor. Bir de pasif içicilerin üstüne sinmiş koku,duman da çocuklara zarar verebiliyor.Not: Sık idrar yolu enfeksiyonu geçiren çocuklarla ilgili ayrı bir yazım olacak. İyilik ve sağlıkla kalın...

püf noktası

Bugün de şansım elmadan açıldı hayırdır inşallah... Lahana pişirirken içine biraz elma kabuğu atarsak hem hazımsızlığı, hem de pişme esnasındaki kötü kokuyu engellemiş olurmuşuz:)))

püf noktası

zeytini çok severim, ama şu tuz konusu hep kafamı kurcalıyordu. Sağlıklı olacağım diye yemeğimden kıstığım ve bu yüzden daha az lezzetli olarak yediğim yemekleri düşündükçe bir zeytinin gelip o yüksek tuz oranı yüzünden yeni tuz atma hamlelerime engel olması çok acımasızca geliyordu. Ve bu durum için günlerce suda bekletip duruyordum. Dün TV'de bir programda sanırsam Oktay ustada bu zeytin suyuna bir dilim elma konulunca tuzunun azaldığını duyunca bu sabah denedim kesinlikle işe yarıyor çok güzel oluyor tadı hem de 10 dakika kadar beklettim kim bilir daha uzun süre kalsa belki daha da güzel olur:)))

kuruyemişli kuru meyveli kek

3 yumurta, 1 su bardağı şeker, 1 su bardağı sıvı yağ, 1 su bardağı robotta çekilmiş badem, 1 su bardağı küp küp doğranmış incir ve kayısı kurusu,2,5 su bardağı un, 1 çay kaşığı tarçın, 1 paket kabartma tozu yumurta-şeker çırpılır diğer malzemeler katılır yağlanmış kalıpla 170 derecede 40 dakika pişirilir.Afiyetle yenirrrrrrr..............Not: İlk yarım saat kesinlikle fırın kapağı açılmaz kabarması iyi olsun diye , kuru meyveler ve kuruyemişler una bulanıp atılırsa dibe çökmez:))

12 Eylül 2012 Çarşamba

HoBiHuZuR: Hello kitty figürlü magnet

çok tatlı

kış için domates hazırlığı

Kullandığımız domates Bursa domatesi. Yıkanmış domatesler kaynar vaziyetteki tenceredeki suya atılıp biraz bekletilir sonra kabuğun çatlamasından olduğu anlaşılan domatesler soğuk suyun altında (musluk suyu)eller şipşak soyulur istenilen boyutta doğranır veya mutfak robotunda çekilir sonra da ocağa konulur koyulaşıncaya kadar ki bu koyuluk da isteğe bağlı ama ne kadar koyu olsa o kadar dayanıklı olur kaynatılıp bir miktar tuz atılır tuz da isteğe göre değişebilir ne kadar tuz o kadar dayanıklı konserve kaynayan domatesler sıcakken hemen yeni hiç kullanılmamış kapaklı kavanozlara konulup ağzı kapatılıp ters çevrilir ertesi gün oda sıcaklığında (buzdolabı değil) herhangibir dolapta saklanılıp kışın afiyetle yenilir........

neydi ne oldu

süt şişesinden kalemlik

miiimimacık

Elüşün deyimiyle miniminnacık (miiimimacık)bir karpuz insan bu canlıya belkide artık cansızdı nasıl kelek demeye kıyar di mi??? İnsanın apartman bahçesinde böyle bir şey bulması da hamsi poşetinden çıkan deniz atı kadar da komik yani...

kanatlarımız

dökülen yaprakları kafamızdan aşağı döküp karlar düşer düşer düşer ağlarım şarkısını mırıldanaraktan oyunlar yapıyorduk elüşün koluna asılı kalan bir yaprakçık aklımda bir ampul yakıverdi giysinin kol kısmının arka tarafına takıp kanat yaptık zaten zar zor dayandı ama zaten zevkli olan kısmı da buydu yaprakları orada tutup pır pır pır pır uçuşur kelebekler şarkısını mırıldanarak.

broşür merakımız

Bizimki bu reklam broşürlerini keser, evirir, çevirir bana bunu alar mısın şunu alar mısın anne bu ne bu yoğur mu bu yağ mı diye ezberler durur. Kız çocuğu işte çekirdekten yetişiyor alışverişe. Bu gün de markette bu ne kadar acaba deyince şok oldum daha önce hiç böyle şeyler sormazdı bugünlerde zaten patlak veren yeni cümlelerimiz var mesela yaşlı bir teyzeyi gösterdim bak nine nine diye "aaa Sedat'ın ninesine benzinyor" demez mi. Bir gün de parktan ayrılıp eve gitme ağlama ve cığızlamaları esnasında ben o yuvarlak eve gitmek istemiyorum kahverengi evime gidicem demişti. Yuvarlak ev şimdiki evimiz balkonları hafif kıvrık yani yuvarlakça kahverengi evde Ardahan daki evimiz. Artık şu kahverengi ev meselesi her ağlamada her hoşuna gitmeyen durumda hoop su yüzüne çıkıveriyor ve artık yüreğimizi yakıyor...

Vecihi geliyoooorrrrrrrr

Şu insan evladı kadar bulduğunu kafasına geçirmeye bayılan bir yaratık var mıdır acaba?? 22 ağustos hatırası

adamın adı "havuç"

Bilgisayarımdaki geçici problemden dolayı günlerdir yazamıyordum. Acısını çıkarıcam ama...Resimde görmüş olduğunuz ismini tahmin edersiniz ki kullanılan malzemelerin renginden alan eser günlük süt kapakları ve turuncu plastik tabak ve yünden oluşmaktadır. Pek uzun ömrü olmasa da ilgisi hemencecik kaçıveren elüş gibi ufaklıkların annelerine çok da emek harcanmadan hazırlandığından yaa o kadar da uğraşmıştım pöff dedirtmez:)

8 Eylül 2012 Cumartesi

haşhaşlı revanim

tarifini yeşilkividen bulup yaptım bu 2. denemem ve bu da muhteşem oldu. Tarifini vereyim: 3 yumurta,1 su bardağı şeker,1 su bardağı süt, 1 su bardağı sıvı yağ, 1 su bardağı irmik, 1 su bardağı haşhaş, 1,5 su bardağı un 1 vanilya, 1 kabartama tozu şerbeti için: 2 su bardağı su, 2 su bardağı şeker, 4-5 damla limon suyu önce şerbet yapılıp soğumaya bırakılır, sonra hamuru yapılır 170 derecede 30-40 dakika pişirilir kek gibi bıçakla pişip pişmediği kontrol edilir sıcakken dilimlenir ve soğumuş şerbet dökülür.........afiyetle yenir.........