Translate

28 Eylül 2012 Cuma

Ödüllü Antakya gezi yazım

REYHAN KOKULU, ASİ RUHLU : ‘ANTİOCHEİA’’ Türkiye > Hatay Yazı Tarihi: 09 Mart 2008 Zeus’un oğlu Işık Tanrısı Apollon ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görür, güzelin adı Defnedir.Apollo’nun içinde arzular uyanır onunla konuşmak ister, fakat Defne Apollon’un içinden geçenleri anlamıştır ve kaçmaya başlar.O kaçar Apollon kovalar, çapkın Tanrı bir taraftan ‘Kaçma seni seviyorum’ der.Defne ise başına neler geleceğini bildiğinden korkuya kapılır ve kaçmaya devam eder.Artık kurtuluş imkanı kalmadığını anlayan Defne birden durur ve ayağı ile toprağı kazıyarak şöyle bağırır: ’Ey toprak ana beni ört, beni sakla, beni koru’ ve sonunda bir ağaç oluverir. Şaşıran Apollon Defne ağacına sarılır ve ağaç gövdesi içinde hala çarpmakta olan kızın kalbinin sesini duyar ve şöyle seslenir: ‘Defne bundan sonra sen, Apollonun kutsal ağacı olacaksın. O solmayan ve dökülmeyen yaprakların başımın çelengi olacak! ’der ve olayın geçtiği yere DEPHNE yani HARBİYE’ye adı verilir. Seleukos ve Roma dönemlerinde çağlayanlarıyla tanınan dünyaca ünlü bir dinlenme yeri olan Dafne, o dönemdeki sarayları, köskleri ve olimpiyat oyunları için yapılan stadyumları ile önemli bir merkez konumundaydı.Merkezden her an ulaşım aracı bulunabilecek 15 dakika uzaklıkta bu sıcacık yer defne’nin göz yaşları olduğu inanılan Harbiye şelalelerini gelinliğini gururla taşıyan bir gelin gibi yüreğinde seyre sunar. Buz gibi sularında kurulmuş masalarda meşrubatınızı yudumlayıp ördekleri izlerken ayaklarınız arasından akan sular yaz sıcağının dönüştüğü en tatlı an oluverir. Yanı başında seyre değer her mekanın olmazsa olmazı olan, halkın çoğunluğu Arapça da bildiğinden şiveli ve belki ikliminin etkisinde kalmış sıcak satıcılarının olduğu hediyelik eşya dükkanları vardır Ama Harbiye şelalerini muhteşem dokusu dışında en unutulmaz kılan çeşit çeşit mezeleri, kebapları ve tatlıları ile sevdiklerinizle bitmesini istemediğimiz dakikalara mekan olan restorantlarıdır. Nohutun tahinle valsi humus, patlıcan nar ekşisi büyüsü babagannüş, cevizle biberin bu kadar yakışacağını tatmadan aklınıza getiremeyeceğiniz cevizli biber, kebaplar ve meşhur künefe... Şelalelere yürüme mesafesi uzaklıkta suyunun yeşilliğini çevresini kutu kutu pense oynayan çocuklar gibi saran ağaçlardan alan, kenarındaki restorandaki ekmek kırıntılarından gözlerini ayıramadığından ziyaretçileri hiç takmayan ördeklerin ayrı bir tat kattığı yakın çevresinde şirin çay bahçeleri ve tadına doyum olmayan dürümlerin satıldığı ufak dürümcülerin olduğu eskiden bir elektrik santrali olan çocukluğumun en gözde piknik mekanı hidro bulunur Ağaçların arasında yürürken etrafın güzelliğini seyre dalıp, yaşlı bir elin damarları gibi o upuzun ağaçların doğaya karşı dimdik durmasını sağlayan köklere takılıp düşmeyin sakın ! Şelaleden minibüs ile 5-10 dakika mesafede bir vadinin kenarında olan Döver, saat 17:00-18:00 arasında oradaysanız serin rüzgarıyla yüzünüzü okşayan, nargile içilebilecek, mangal bile yakılabilecek, çayını kahvesini hatta suyunu içmenin, havasını solumanın verdiği zevkin anlatılabilirliğinin olmadığını düşündüğüm, küçük kafeciklerin olduğu, gezi hatırası olarak sevdiklerinize farklı özel hediyeler olabilecek yeşil sabunu ve incirden yapılan tini rakısı meşhur bir yerdir. Güneşin bir başka sıcak, bir başka aydınlık, yeşilin bir başka renkli, bir başka doğal olduğu MÖ 100 bin-40 bin yılları arasında tarihe ilk izlerini veren insanlığın ortak mirası Antakya MÖ 300 yılında kurulmuş. Şu an 1.256.726 kişiyi içinde yaşatan efsanevi şehir, yalnızca medeniyetlerin ve dinlerin kaynaştığı bir merkez olmakla kalmayıp lezzetin doruklarında dalgalandırdığı bayrağını yıllardır kimsenin indiremediği kebap ve künefelerin, özgü yöresel mezelerin anılarınıza doğayla kaynaştığı bir yerdir. Bin bir tat bin bir medeniyet Antakya içinden usulca akan, tüm nehirlerin aksine denize doğru akmadığı için bu adı taşıyan nehir Asi, akıntılarında ne tarafa akıyor deniz ne tarafta sorularının sonunda gelmesi gereken soru işaretlerini de yeşiline katar ve akar akar... Mutlaka yenmesi gerekenler dönerciler caddesindeki herhangi bir dönerciden döner, tuz ve kimyona bandırılarak yenen Antakya simidi ve peynirin şekerle balesi künefe olmakla beraber yöresel lezzetleri için 1990 yılından bu yana hizmet veren “Sultan Sofrası” damağınızı şımartıcı ve karnınızı doyurucu nitelikte bir restoran . Patlican, havuç, ekşi aşı köftesi ve özel sostan yapılan eksi aşı, yoğurt aşı, ıspanak borani, katıklı ekmek, ıspanaklı börek, semirsek yemeden olmaz. Asi nehrinin üstündeki en büyük köprü olan Ata köprüsünün bir yanında Bizans ve Roma dönemine ait mozaiklerinin sergilendiği, koleksiyon zenginliği açısından dünyada ikinci sırada yer alan Arkeoloji müzesi, bir yanında ise 40 üyeli meclisin ilk toplantısını yapıp Hatay Devleti'ni kurduğu ancak günümüzde müstehcen filmlerin gösterildiği bir tarihi bina olan Gündüz sineması yer alır. Yürüme mesafesinde, 5 dakika sonra Büyük Antakya Parkı vardır. 52 bin metrekarelik bir alanı kaplayan, yılların olgunluğu yeşiline vurmuş boyuna vermiş ağaçlar arasında yapılan yürüyüş sonrasında ,çay bahçelerinde tavla sesleri arasında kaybolan hoş sohbetler ve kaçak çayların tadı bambaşkadır. Park içinden gezmeyi, hayatın tadını çıkarmayı bildikleri her hallerinden belli gezinen halk gezinize bir ayrıcalık katar.Hele bir de parkın girişindeki nikah dairesinden bir mutluluğun ilk gününü paylaşma heyecanı size de sıçrarsa o an benzersiz olur. Büyük Park da denilen parkta başta şehrin simgesi defne ağacı olmak üzere birçok bitki türü; Toroslarda yetisen çamlar, süs eriği, aşılı akasyalar, palmiyeler, oyalar vb. bulunuyor. Park girisinde sizi kentin simgesi defne ağaçları selamlıyor, içeriye girdiğimizde, koşu yolunun başında Hatay’ın alınmasında önemli rol oynamış Türk askeri ve diplomatların büstlerini yer alıyor. Açılısının II. Abdülhamit dönemine denk gelindiği tahmin ediliyor. Antakya üzerinde önemli izler bırakan Fransızların da parkın genişletilmesi ve peyzajında önemli katkıları olmuş. Parkın son köşesindeki simgesel anlatımın hakim olduğu heykeller de parka ayrı bir hava katıyor. Son 200 yıla tanık olmuş, kendine has dar sokakları ve bu sokaklara atar damar gibi can veren Tarihi Antakya evleri yoğunlukla Eski Antakya olarak tanımlanan Asi Nehri ile Habib-i Neccar Dağı arasındaki bölgede, özellikle Kurtuluş Caddesi ve çevresinde görülüyor. Gazi Pasa Caddesi’nde Aleksi Kazancı evi, Oğuzlar Caddesi Müftü Çıkmazı’nda Zeki Efendi evi, Terziler Sokakta Kuseyri Ailesi’nin evi, Kantara Mahallesi Müftü Çıkmazı’nda Kuseyri Ailesi’ne ait evler, Kurtuluş Caddesi Döner Sokakta bulunan Saklı Ev bunlardan sadece birkaçı. Tescili yapılarak koruma altına alınmış 350 civarında tarihi ev bulunuyor. Antakya evlerinin kapısı direkt sokağa açılmaz, çünkü ev yaşamı özeldir, kutsaldır. Evlerin dış kapıları Zokmak denilen çıkmaz bir sokaktan bazen de küçük dar bir geçitten geçilerek sokağa bağlanır. Giriş kapıları genellikle üstü basık bir kemerle göz hizasından biraz yukarıdan yükseltilmiştir. İçte ve dışta olmak üzere iki kapı vardır aslında. Muhkem bir kapı olan dış kapı içtekine göre daha kalın kesitlidir, madeni levhalarla kaplıdır ve iri başlı çivilerle de takviye edilmiştir. Kapı şakşağı denilen ve dökme demirden yapılmış, içinde bir küre tutan el seklindeki kapı tokmakları, kapı bastırağı denen kapı sürgüleri ve iri anahtarlı kilitler dış kapının hemen dikkat çeken özellikleri arasındadır. Pencerelerin demirleri; ovaller, laleler, daireler, iç içe geçmiş dönüşlerle, geleneksel şekillerle doludur. Her bir pencere ve kapı süslemesinde bir göz nuru görürsünüz. Kimi kapıların üzerinde halen Arapça yazılar okunabilir. Genelde iki katli, cumbalı evlerin olduğu Beyrut Caddesindeki yollar, dar sokaklarının atik sularını toplayan su oluğunun, yanlardan değil de yolun tam ortasından geçmesi ile özelleşiyor. Ayrıca dönem dönem kurulan fuarda sergileri gezebilir, hediyelik eşyalar da alabilir ve yanınızda bir hatırayla dönebilirsiniz. Tarihi Antakya evlerinden bahsetmişken “Antakya Evi” ni anmadan geçmek olmaz.. Eski Antakya yemekleri yapan, yöresel tatları konuklarına sunan Antakya Evi tarihi bir kimliğe sahip. 110 yıllık bina, daha önce Fransız Konsolosluğu olarak kullanılmış. 1998 yılında restore edilerek restoran olarak kullanılmaya başlanmış. Binanın yerde bulunan karoları ve döşemeleri Marsilya’dan getirilmiş. Burada yöreye özgü yemekleri yiyebilir, tarihin izlerini içinizde hissedebilirsiniz Habib-i Neccar Camiinin tam karsısında Kurtuluş Caddesi üzerinde 1937 yılından kalma döneminin işaretlerini gösteren 2 katli, genç cumhuriyetin her şeyi yeniden düzenleyen ve şekillendiren gücünü simgeleyen binanın isleme ve süslemeleri görülmeye değer. Kurtuluş caddesinde, küçük bir havuzun göbeğini oluşturduğu, sarmaşıklarla 4 duvar arası olmanın iticiliği gizlenmiş şirin bir avlusu olan Affan kahvesinde mutlaka bici bici yemelisiniz. Affan Kahvesi, 90 yillik tarihi bir yapı ve burada hazırlanan Bici Bici Hatay sofrasının eski bir tadı. Üzerine gül şurubu dökülmüş bu ilginç tatlı: Gül şurubu, dondurmayla birlikte esas tatlının üzerinde duruyor. Jöle ve muhallebi arasında bir tada sahip Bici Bici özel metal kaşıklarıyla yeniyor. Antakya’da ilginizi çekecek mekanlardan biri de Habib-i Neccar Cami. Kurtuluş Caddesi üzerindeki tarihi caminin iki girişi bulunuyor. İlk defa Memluk Sultani Baybars döneminde eski bir tapınağın yerine inşa edilen caminin iç avlusunun ortasında taş bir sütun bulunuyor. 17. yüzyılda Osmanlılar’ ın tekrar inşa ettiği caminin kapı üzerindeki levhadan 1855 tarihinde yeniden inşa edildiği anlaşılıyor. Camiye ve karsısındaki dağa adini veren ve Antakya halk kültüründe önemli bir yer tutan Habib-i Neccar, milattan sonra 40’li yıllarda burada yasar. Bir gün dağda koyunlarını otlatırken, İsa’nın havarilerinden Yuhanna ve Pavlus (Yahya ve Yunus) ile karsılaşır ve dine davet edilir. İsa’ya ve İncil’de müjdelenen Ahmet’e (Hz. Muhammet) iman eden Habib-i Neccar köyüne döner. Köylüleri dine davet eder. Ancak köylüler ona karşı çıkar ve başını keserek öldürürler. Bir inanışa göre Silpiyus dağında gövdeden ayrılan baş, yuvarlanarak bugün cami ve türbesinin olduğu yere gelir, vücudu ise öldürüldüğü mağaraya defnedilmiştir. Antakya’yı inanç turizminin önemli noktalarından biri sayılmasının başlıca nedeni de Hristiyanlığın ilk yayılış alanı olması. Kurulan ilk kiliselerden St. Pierre (Aziz Petrus) Kilisesi Antakya’nın kuzeybatısında, Reyhanlı yolu üzerinde Dünyanın ilk mağara kilisesi. Birçok hristiyanın bugün hacı olmak için geldiği kilise 9,5 m genişliğinde ve 7 metre yüksekliğinde bir mağarada bulunuyor. Dağın eteklerindeki kiliseye ulaşmak için bir süre aracınızla çıkıyorsunuz daha sonra merdivenler başlıyor . Antakya’nın ilk başpapazı olan St. Pierre’in kurduğu kilisenin, Roma döneminde baskılardan kaçan hristiyanlar için bir sığınma yeri olduğu belirtiliyor. Kilisenin ve dağın içinde bir çok tünel kazılmış. Kilise içindeki tünel bir zamanlar Roma lejyonerlerinden kaçmak için kullanılıyormuş. Ancak depremlerde bu tüneller tıkandığı için bugün tüneller takip edilemiyor.Her sene 29 Haziran günü Katolik kilisesince ayin düzenlenmekte. Kiliseden dağın yüzeyine çıkan, baharda gelincik çiçekleriyle süslü patikayı takip ettiğinizde sizi bir kaya kabartması bekler. Haron (Cehennem Kayikçisi) adi verilen ve 4. Antiochus döneminde yapılan bu kabartmanın, milattan önce II. yüzyılda bir veba salgını sırasında ölümleri durdurmak amacıyla yapılmış olduğu bilinir.Üzerinde ölümleri önleyecek yazılar olduğundan bahsedilir ancak bu yazılar günümüzde mevcut değildir. Antakya merkezdeki tarihi kiliselere baktığımızda Ortodoks ve Protestan Kilisesi kendi cemaatlerinin yani sıra özellikle yabancı turistlerden de yoğun ilgi görüyor. Hürriyet Caddesi üzerinde yer alan Ortodoks Kilisesi’nin yapımına 1860’da başlanmış. 1872’deki depremde büyük hasar görmesi üzerine başlayan onarım çalışmaları 1900 yılında tamamlanmış. Güney Kore tarafından 2000 yılında restore edilerek hizmet vermeye başlayan Protestan kilisenin karşısında valilik binası bulunuyor. Samandağı güneyde Keldağı ,Yayladağları ve kuzeyde Musa Dağları ile çevrilmiş bir ovadır. Dünyanın en büyük ikinci doğal sahiline sahip olan Samandağ sahili 18 kilometre uzunluğunda ve Akdenizin en doğu ucunu oluşturmaktadır. Musa Dağları’nın Çevlik’teki eteklerine vardığımızda bizi Titus Tüneli ve Kaya Mezarları karşılıyor. Titus Tüneli, milattan önce 300’lerde mimar imparator Vespasianus zamanında Musa dağından gelen ve kenti tehdit eden sel sularını önlemek amacıyla bin kişilik esir ordusu tarafından 10 yıl boyunca dağ delinerek açılmış. Milattan sonra II. yüzyılda Titus zamanında tamamlanan tünel, 7 metre yüksekliğinde, 6 metre genişliğinde ve 1380 metre uzunluğundadır. Tünelin 130 metrelik bölümünün üstü kapalıdır. Titus Tüneli’nin kapalı kısmının hemen biraz önünde kemerli tas köprü dikkatimizi çekiyor. Üzerinden bir kişinin rahatlıkla geçebileceği köprü hala sağlamlığını koruyor. Köprüden ilerleyip, sağa döndüğümüzde yol bizi kaya mezarlarına götürüyor. Özellikle merdivenlerden inerek içine girilen, girişinde iki sütunun bulunduğu kaya mezarlar dikkat çekicidir. Önemli bir yönetici ve ailesine ait olduğu izlenimini veren mezarlar, toprağın üzerinde durduğu ve beşiğe benzediği için buraya Beşikli Mağara deniyor. Ortada bir avlu bırakılacak şekilde bir yapılar bütünü olarak Beşikli Mağara çeşitli mezar odaları ve kaya mezarlarından oluşuyor. Bu bölgede görülmeye değer başka bir yer de Kapı suyu mevkiinde yer alan Dor Mabedi’dir. Tanrıların Kralı Zeus adına yapıldığı sanılan mabet antik kentin en büyük mabedidir. Bugün sadece sütun kalıntılarının bulunduğu mabet bütün Çevlik yöresine hakim bir noktada bulunuyor. Ölümlerin,ayrılıkların,baskıların sebep olduğu günümüz dünyasındaki boğucu atmosferden birkaç günlüğüne de olsa kaçmak isteyenler için Antakya, tarihi boyunca çeşitli medeniyetlere ve farklı inançlara kucak açtığı gibi eminim ki size de sıcak kucağını açacak ve benzersiz anlar yaşatacaktır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder